Bizi yoran, koşulların sertliği değil, bazen çevremizdeki insanların kalp ve akıl körlüğüdür. Hayat, çoğu zaman zorlu bir yolculuk gibi gelir, ama aslında asıl yük, bu yolculuğa gözlerini kapamış, sesimizi duymaktan aciz olanlardır. Onlar, bazen ne bizim acılarımızı hisseder, ne de suskunluğumuzun ne kadar derin bir sızıyı gizlediğini anlayabilirler.
Günlük yaşamın hızında kaybolmuş, yorgun bedenlerimiz ve yorulmuş ruhlarımız, bazen bir parça anlayışa ihtiyaç duyar. Ama o anlayışı bulmak o kadar zor olur ki. İnsanlar, kendilerinden başka kimseyi göremez olur, her biri kendi dünyasında yalnızca kendi acısını, kendi öfkesini ve kendi mutlu anlarını yaşar. Oysa, bir başkasının acısına duyarsız kalmak, insanın içindeki insanlığı kaybetmesidir.
Bizi yoran, zor şartlar değil. Hayatın sarmalları içinde birbirimizi anlamaktan ne kadar uzaklaştığımızdır. Çevremizdeki kalpleri duymamak, bir insanın en büyük yalnızlık yolculuğuna çıkmasına neden olur. “Beni anlamıyorsun” diye fısıldadığımızda, çoğu zaman duyduğumuz tek şey kendi iç sesimizin yankısıdır. Başkalarının gözlerinde kaybolmuş bakışlar, çoğu zaman içimizdeki boşluğu derinleştirir.
Bizi yoran, birinin “gel, derdini paylaş” dediği anlarda, o kişinin gerçekten dinleyecek bir kalbi olup olmadığını bilmemek, hatta o kalbin boş bir duvar gibi bizim sesimize tepki vermemesi değil midir? Bizimle aynı havayı soluyan, bizimle aynı duyguları yaşayan ama bir türlü bizi anlamayan insanlar, nihayetinde bize yabancılaşır. Onların gözlerinde biz, sadece yorgun, kırgın ve çözüm arayan birer figürden ibaret oluruz.
Bazen anlamak gerekir, bazen dinlemek... Bir insanın acısını paylaşmak, kelimelerle değil, gözlerle, bakışlarla, ruhla dokunmaktır. Ne var ki, toplumda çoğu zaman en çok ihtiyaç duyduğumuz şey budur: Anlaşılmak, fark edilmek, acılarımızın farkına varılması. Belki de dünyanın en zor şeyi, birinin gözlerine bakıp, o gözlerin içindeki boşluğu doldurmaktır.
Yorgunluk sadece bedensel değil, ruhsal bir haldir. Bir gülüşün ardında saklanan derin bir hüzün, bazen bir cümlenin gerisindeki yıllar boyu birikmiş yalnızlık, bazen ise birinin gelip de “nasılsın?” dediğinde verdiğimiz geçici cevabın gerisinde kaybolmuş bir haykırıştır. Ve biz bu haykırışın, duyulmadığını fark ettiğimizde, dünyadan biraz daha yabancılaşırız.
Bizi yoran aslında yalnızca anlaşılmamaktır. Birisinin bizden bir adım öteye geçip içimizi görmek yerine, yüzeydeki maskelere takılması, zamanla ruhumuzu yıpratır. Oysa ki ne kadar basit: Biraz daha dinlemek, biraz daha derin bakmak, biraz daha anlamak... Ve belki de bu kadar zor olmayan bir şeydir, bir insanı tam anlamıyla görmek.
İşte gerçek yorgunluk buradadır: İhtiyacımız olanı başkalarından alamamak. Ama biz yine de susarız, ve hayatın tüm yükünü yalnızca omuzlarımıza taşırız. Çünkü birileri bizim içsel çığlıklarımızı duymasa da, yaşamak zorundayız.
Bizi yoran, bu çaresizlik değil, bu yalnızlık; çünkü bir insanın acısı, sadece kendisine ait değildir. Bir insanın acısı, insanlıkta bulur yerini. Ve eğer gerçekten insan olabilseydik, belki de bu acılar hiç bu kadar büyük olmazdı.