Bazen bir sabah uyanıyorum ve aynaya baktığımda yüzümdeki çizgiler bana yılları anlatıyor.

 Çocukken sonsuz sandığım günlerin, büyüyünce ne kadar hızlı geçtiğini anladım.  Zaman, hiç durmadan yürüyor ve bizi de ardına takıp bilinmeyen bir yere götürüyor. Ne kadar tutunmaya çalışsak da o hep bir adım önde…

Eskiden günler daha uzundu sanki. Akşam ezanı geç okunurdu, annemin sesi mutfaktan daha çok duyulurdu. Şimdi her şey hızlandı. Sohbetler kısa, sarılmalar aceleye gelmiş gibi. Göz göze gelmek bile lüks oldu. Sanki zaman, sadece takvim yapraklarında değil, kalplerimizin içinde de eksiliyor.

Bir yerde okumuştum; “Zaman geçmez, biz geçeriz.” Ne doğru… Biz geçiyoruz aslında, anılarımızı, sevdiklerimizi, hayallerimizi yanımıza alıp. Her şey biriktikçe ağırlaşıyor, ama durmak da mümkün olmuyor. Bazen bir şarkı çalıyor sokakta, çocukluğumu hatırlıyorum. O zaman zaman durmuş gibi oluyor… Ama sonra gerçekler geri geliyor.

Zaman bizi nereye götürüyor, bilmiyorum. Ama şunu biliyorum: Gittiğimiz her yerde yanımızda taşıdığımız bir şey var — hissettiklerimiz. Sevdiğimiz insanlar, içten bir gülüş, bir dostun omzu, bir çocuğun masum bakışı… Bunlar zamanın bile silemediği şeyler.

Belki de mesele nereye gittiğimiz değil, nasıl gittiğimizdir. Giderken kime “seni seviyorum” dediğimiz, kimlere iyi geldiğimiz, kimin yüreğinde iz bıraktığımız…

Zaman bizi alıp götürüyor evet… Ama bazen, biz de onunla birlikte güzel bir şeyler taşıyabiliriz. Anlam, sadece vardığımız yerde değil, yolun kendisindedir belki de.

Sen, bu yolculukta ne taşıyorsun?